Prof. Dr. Mehmet Salih Geçit, HZ. NUH, NUH'UN GEMİSİ VE AŞURE

Doğubayazıt Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Cemal Can Tarafından Düzenlenen AŞURE-I NUH etkinliğinde AİÇÜ İslami İlimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Salih Geçit, bir sunum yaptı.

Prof. Dr. Mehmet Salih Geçit, HZ. NUH, NUH'UN GEMİSİ VE AŞURE
Editör: Söyler Haber
30 Temmuz 2023 - 13:18 - Güncelleme: 30 Temmuz 2023 - 17:13
 
 

HZ. NUH, NUH’UN GEMİSİ VE AŞURE

Doğubayazıt Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Cemal Can Tarafından Düzenlenen AŞURE-I NUH etkinliğinde AİÇÜ İslami İlimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Salih Geçit, bir sunum yaptı.

Prof. Dr. Mehmet Salih Geçit’in Kaleminden

HZ. NUH, NUH’UN GEMİSİ VE AŞURE

Prof. Dr. Mehmet salih geçit
Aiçü islami ilimler fakültesi

GİRİŞ

     Hz. Nuh, insanlığın ikinci atası olarak bilinir. O, Allah tarafından insanlara peygamber olarak gönderilmiş, 950 sene insanları Allah’ın dinine davet etmiştir. Ancak insanlar onun ortaya koyduğu apaçık delillere rağmen inkâr ve tekzip yolunu ikrar ve tasdike tercih etmişlerdir. Bununla yetinmeyerek bir de meydan okuyup azap ve mucize talebinde bulunmuşlardır. Hz. Nuh da küçük bir grup dışında tasdik etmediklerini görünce onlara yönelik beddua etmiştir. Bunun üzerine Nuh’un Tufanı diye bilinen olay yaşanmıştır. Bu olaydan önce Allah’ın emri ile bir gemi inşa ederek iman getirenlerin kurtuluşuna vesile olmuştur. İşte bu gemi hakkında birçok tartışma ve inceleme yapılmaktadır. Söz konusu inceleme ve tartışmalarda olayı gündeme getirip insanlığa mesaj veren ayetlerdeki hikmet ve ibretlik noktaları tespit edip yeniden hatırlatmaktan ziyade geminin nereye indiği noktası üzerinde durulmaktadır. Geminin nereye indiği tartışılırken, geminin nerede yapıldığı hususunun gündeme getirilmediği dikkat çekici bir durumdur. Biz de bu makalemizde yapılmakta olan tartışmalara iki boyut daha kazandırmak istiyoruz: Gemi nerede yapıldı, nereleri gezip dolaştı ve nereye indi. Bu şekilde geminin mecrasını ve kalkış ve iniş sürecini Kutsal Kitaplar bağlamında inceleyeceğiz.

     NUH TUFANI OLAYININ GERÇEKLEŞTİĞİ MEKÂN

     Günümüzde Nuh Tufanı Olayının gerçekleştiği mekân ve Nuh’un gemisinin indiği yer konusundaki yaygın kanı, Mezopotamya ve çevresidir. Bu kanılara dayalı araştırmalarda olay hakkındaki kabul edilen görüş, bugün Mezopotamya olarak ifade edilen coğrafyada, büyük bir tûfan olayının yaşandığı, Cudi ya da Ağrı dağında Nuh peygamberin gemisinin bulunduğu şeklindedir. Kutsal Kitapların anlatımında adı geçen “Ararat” veya “Cûdî” kelimelerinin yanı sıra Tûfanı anlatan birçok efsanenin Mezopotamya kökenli olması da bu düşünceyi destekleyen önemli tarihsel unsur olarak kabul edilmektedir. (Dölek-Özsoy, 2018, 3650) Tabii ki burada bahsedilen Mezopotamya, geniş bir coğrafyayı ifade eden bir isim olması itibarıyla karşımıza birçok ihtimali de getirmektedir. Örneğin Ortaçağ İslam coğrafyacıları, Aşağı Mezopotamya bölgesine Irak, Yukarı Mezopotamya bölgesine de el-Cezire adı vermişlerdir. (Eroğlu: 2007, 41-88) Burada belirtmek gerekir ki Tufân Olayı sadece Kutsal Kitaplarda değil, aynı zamanda Gılgameş Destanı, Atrahasis Destanı gibi destanlar ile birçok kavim ve milletin yazılı ve şifahi kültüründe geçmektedir. (Eroğlu: 2007, 6) Nitekim eski dönem Ermeni yazıt ve kaynaklarında da Ararat kelimesi Urartu anlamında geniş bir coğrafyayı kapsayan bir memleketin adı olarak anılmaktadır. Buna göre Ararat kelimesi 5. Yüzyıla kadar Ararat Ülkesi, Ararat Krallığı ve Urartu adıyla anılmıştır. (İşhanyan: 2006, 51).

     KUTSAL KİTAPLARDA HZ. NUH TUFANI

     Hz. Nuh Tufan’ı kutsal kitaplarda, onların tefsir ve şerhlerinde, onlara dayanarak yazılan Peygamberler Tarihi ve Milletler Tarihi kitaplarında meşhur ve maruf bir olaydır. Bu olay Sümer, Babil ve Hitit medeniyetlerinden bize ulaşan kayıtlarda, Hintlere ait bir takım destanlarda, İngiltere'ye ait bölgelerden birisi olan Galler yöresinde anlatılan bir takım efsanelerde, Yunan ve Grek kültürüne ait bazı destanlarda, Kızılderili kültürüne ait bazı efsanelerde ve Çin kaynaklı öykü ve masallarda, Kuran- Kerim, Tevrat ve İncil’de birbirine çok benzer şekilde anlatılır. (Dölek-Özsoy: 2018, 3650)
     Hz. Nuh’un gemisi ile ilgili bilgileri üç soru kapsamında ele alınabilir:
     1.Hz. Nuh’un gemisi nerede ve nasıl yapıldı?
     2.Hz. Nuh’un gemisi nereden kalktı, seyir rotası nasıldı?
     3.Hz. Nuh’un gemisi nerede indi ve nasıl indi?

     NUH SURESİ

     Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
     1. Şüphesiz biz Nûh'u, kavmine, "Kendilerine elem dolu bir azap gelmeden önce kavmini uyar"
     diye peygamber olarak gönderdik.
     2. Nûh, şöyle dedi: "Ey kavmim! Şüphesiz, ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım."
     3,4. "Allah'a ibadet edin. O'na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin ki sizin günahlarınızı bağışlasın
     ve sizi belli bir vakte kadar ertelesin. Şüphesiz, Allah'ın belirlediği vakit gelince ertelenmez. Keşke bilseydiniz."
     5. Nûh, şöyle dedi: "Ey Rabbim! Gerçekten ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim."
     6. Fakat benim davetim ancak onların kaçışını artırdı."
     7. "Kuşkusuz sen onları bağışlayasın diye kendilerini her davet edişimde parmaklarını kulaklarına tıkadılar,
     elbiselerine büründüler, inanmamakta direndiler ve büyük bir kibir gösterdiler."
     8. "Sonra ben onları açık açık davet ettim."
     9. "Sonra, onlarla hem açıktan açığa, hem de gizli gizli konuştum."
     10. "Dedim ki: 'Rabbinizden bağışlama dileyin; çünkü O, çok bağışlayıcıdır.'
     11. '(Bağışlama dileyin ki,) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin.'
     12. 'Sizi mallarla, oğullarla desteklesin ve sizin için bahçeler var etsin, sizin için ırmaklar var etsin.'
     13. 'Size ne oluyor da Allah için bir vakar (saygınlık, büyüklük) ummuyorsunuz?'
     14. 'Hâlbuki, O, sizi evrelerden geçirerek yaratmıştır.'
     15. 'Görmediniz mi, Allah yedi göğü tabaka tabaka nasıl yaratmıştır?'
     16. 'Onların içinde nasıl ayı, bir ışık, güneşi de bir kandil yapmıştır?'
     17. 'Allah, sizi (babanız Âdem'i) yerden (bitki bitirir gibi) bitirdi (yarattı.)'
     18. 'Sonra sizi yine oraya döndürecek ve kesinlikle sizi (yeniden) çıkaracaktır.'
     19,20. 'Allah, yeryüzünü sizin için bir sergi yapmıştır ki, oradaki geniş yollarda yürüyesiniz."
     21. Nûh, dedi ki: "Rabbim! Gerçekten onlar bana karşı geldiler, malı ve çocuğu ancak kendi hüsranını
     artıran kimselere uydular."
     22. "Bunlar da, çok büyük bir tuzak kurdular."
     23. "Şöyle dediler: 'Sakın ilâhlarınızı bırakmayın.
     Hele hele Vedd'i, Süvâ'ı, Yeğûs'u, Ye'ûk'u ve Nesr'i hiç bırakmayın."
     24. "Onlar gerçekten birçoklarını saptırdılar. (Rabbim!) Sen de bu zalimlerin sadece sapıklıklarını artır."
     25. Hataları (küfür ve isyanları) yüzünden suda boğuldular ve cehenneme sokuldular da
     kendileri için Allah'tan başka yardımcılar bulamadılar.
     26. Nûh, şöyle dedi: "Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma!"
     27. "Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve kâfir kimseler yetiştirirler."
     28. "Rabbim! Beni, ana babamı, iman etmiş olarak evime girenleri,
     iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlerin de ancak helâkini arttır."

     KUR’AN’DA HZ. NUH’UN GEMİSİ

     وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
     Nezaretimiz altında ve vahyimiz gereğince gemi yap. Hem o zulmedenler hakkında, azabın kendilerinden kaldırılması için, bana dua etme; çünkü onlar, suda boğulacaklardır. (Hud, 37).
     وَقَالَ ارْكَبُوا فٖيهَا بِسْمِ اللّٰهِ مَجْرٰۭۙيهَا وَمُرْسٰيهَاؕ اِنَّ رَبّٖي لَغَفُورٌ رَحٖيمٌ ﴿٤١﴾ وَهِيَ تَجْرٖي بِهِمْ فٖي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادٰى نُوحٌۨ ابْنَهُ وَكَانَ فٖي مَعْزِلٍ يَا بُنَيَّ ارْكَبْۭࣗ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِرٖينَ ﴿٤٢﴾ قَالَ سَاٰوٖٓي اِلٰى جَبَلٍ يَعْصِمُنٖي مِنَ الْمَٓاءِؕ قَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ اِلَّا مَنْ رَحِمَۚ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَقٖينَ ﴿٤٣﴾ وَقٖيلَ يَٓا اَرْضُ ابْلَعٖي مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِعٖي وَغٖيضَ الْمَٓاءُ وَقُضِيَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَقٖيلَ بُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِمٖينَ ﴿٤٤﴾
     Nûh, “Haydi gemiye binin! Yüzerken de dururken de Allah’ın adını anın. Şüphesiz ki rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir” dedi. Derken gemi onları, dağlar gibi dalgalar arasında götürmeye başladı. Nûh, uzak duran oğluna, “Haydi yavrum gel, sen de bizimle birlikte gemiye bin, kâfirlerle beraber olma!” diye seslendi. Oğlu, “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” diye cevap verdi. Nûh dedi ki: “Bugün Allah’ın hükmünden ancak O’nun esirgedikleri kurtulacaktır” derken aralarına dalga giriverdi, böylece o da boğulanlardan oldu. ﴾ (Sonra) “Ey toprak suyunu yut! Ey gök sen de tut!” denildi. Su çekildi; hüküm yerini buldu; gemi Cûdî’nin üzerine oturdu; “Zalimlerin topunun canı cehenneme!” denildi. (HUD: 41-44).
     Şayet bu kelimeler mastar olarak değil de ism-i zaman veya ism-i mekân anlamında kullanılırsa, bu durumda harekete gidiş yahut cereyan ettiği mekânlar ile indiği yerlerden bahsetmektedir. (Merâgī: 1394/1974, 12/37; Zemaḫşerī: 2/394) Arasında bulunan atıf harfinden hareketle ikisinin ayrı yerler olduğu görüşü ileri sürülebilir.
     قٖيلَ يَا نُوحُ اهْبِطْ بِسَلَامٍ مِنَّا وَبَرَكَاتٍ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى اُمَمٍ مِمَّنْ مَعَكَؕ وَاُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَلٖيمٌ ﴿٤٨﴾
     ﴾Denildi ki: “Ey Nûh! Sana ve seninle beraber olan gruplar üzerine bizden selâm ve bereketlerle gemiden in! İleride, bir süre faydalandıracağımız.) (HUD: 48).
     
     İSLAM TARİHÇİLERİNE GÖRE HZ. NUH VE TUFAN

     İslam tarihçisi Mes’ȗdȋ bu konuda şöyle demektedir: “Hz. Nûh b. Lâmek’in döneminde yeryüzünde kötülük artmıştı. Zulmün karanlıkları şiddetlenmişti. Bunun üzerine Hz. Nûh (a.s.) yeryüzünde insanları Allah’ın yoluna davet etmeye başladı. Onlar da azgınlık ve küfür sebebiyle karşı çıktılar. Hz. Nûh (a.s.) onların aleyhinde Allah’a yönelerek beddua etti. Allah (c.c.) Hz. Nûh (a.s.)’a vahiy göndererek gemi yapmasını emretti. Hz. Nûh (a.s.) geminin yapımını bitirince Cebrâîl (a.s.) onun yanına Hz. Âdem’in cesedinin bulunduğu tabut ile geldi. Onların gemiye biniş günü, Azâr ayından on dokuz (19) gecenin geçtiği Cuma günü idi. Böylece Hz. Nûh (a.s.) ve beraberindekiler suyun üstündeki gemiye girmişlerdir. Yeryüzünün her tarafı beş ay boyunca suya boğulmuştu. Daha sonra Allah (c.c.) yeryüzüne suyunu çekmesini, gökyüzüne de suyunu tutmasını emretti. Gemi ise Cûdî Dağı’nın üzerine istiva etti. Cûdî, Bâsûrî beldeleri ve Musûl beldelerinden olan Cezîre-i İbn Ömer taraflarında bulunan bir beldedir. Onunla Dicle arasında sekiz (8) fersah bulunmaktadır. Geminin kanatlarının yeri, son yıllara kadar bu dağın zirvesi üzerinde bulunmaktadır.” (Mes’ȗdȋ: 2005, 1/32-33) Diyarbekrȋ de benzer ifadeler kullanarak geminin altı ay boyunca suyun üzerinde dolaşarak Harem Bölgesine geldiğini, buraya girmeyerek bir hafta boyunca Kabe hizasının etrafını dönüp dolaşarak geçirdiğini, daha sonra Cebrail’in müdahalesiyle Kabe’yi tavaf ettiğini, sonra Cudȋ’ye doğru gittiğini ve orada istikrar ettiğini, buranın da “Musul toprakları üzerinde bulunan elCezire’dei bir dağ” olduğunu ifade etmekte etmektedir. (Diyarbekrȋ: 2009, 1/131) Bu ifadenin devamında şöyle de demektedir: “Gemi yeryüzünün her tarafını iki defa gezdikten sonra Cudȋ’nin üzerine istiva etti. Bursı Musul’un yanındaki el-Cezire’de bulunan bir dağdır. Bir görüşe göre Şâm’dadır. Bir görüşe göre de Âmed’dedir.” (Diyarbekrȋ: 2009, 1/131) Ebu Hanȋfe ed-Dȋneverȋ de şöyle demektedir: “Hz. Nuh’un yerleştiği yer Irak idi. Kavmi Hz. Nuh’u yalanladı, Allah da onları tufanda boğdu. Hz. Nuh ve gemide bulunanlar kurtuldu. Geminin demir attığı ve durduğu yer Cudȋ Dağı’nın tepesi idi. Cudȋ Cizre bölgesindedir ve ayrıca bu topraklarda Bakardȋ ve Bazebdȋ adında yerler vardır” (Dȋneverȋ: 2017, 50).

     KUR’AN’DA CUDİ İSMİ

     وَقٖيلَ يَٓا اَرْضُ ابْلَعٖي مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِعٖي وَغٖيضَ الْمَٓاءُ وَقُضِيَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَقٖيلَ بُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِمٖينَ ﴿٤٤﴾
     (Sonra) “Ey toprak suyunu yut! Ey gök sen de tut!” denildi. Su çekildi; hüküm yerini buldu; gemi Cûdî’nin üzerine oturdu; “Zalimlerin topunun canı cehenneme!” denildi. (HUD: 44).
     Üzerinde Nûh’un gemisinin oturduğu bildirilen Cûdî dağı Güneydoğu Anadolu bölgesinde Türkiye-Irak sınırına 15 km. uzaklıkta, Dicle ırmağının kıyısında bulunan Cizre’nin 32 km. kuzeydoğusunda, Şırnak il merkezine 17 km. mesafededir. Gerek Cûdî dağının yapısı gerekse konuyla ilgili tarihî bilgi ve rivayetler, âyette geminin “üzerine oturduğu” bildirilen Cûdî dağının bu dağ olduğu şeklindeki kanaati destekler mahiyettedir (bilgi için bk. Hikmet Tanyu, “Cûdî Dağı”, DİA, VIII, 79). Kitâb-ı Mukaddes’e göre gemi Ararat (Ağrı) dağına oturmuştur (Tekvîn, 8/4). Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 173
     Taberi ve diğer İslâm tarihçileri geminin indiği yer hususunda ur’an’da geçen “Cudȋ” kelimesini esas aldıklarından genellikle “Gemi Cudȋ Dağına karar kıldı.” (Taberȋ: 2018, 1/203) İfadesini kullanırlar.
     Bazıları da “Cudȋ” kelimesini özel isim olarak değil de “tepe” anlamında kullanıp Tevrat’taki “Ararat” kelimesini de kullanarak “Urartu Bölgesinde bulunan bir dağ” veya “Ağrı Dağı” olarak bilinen “Ararat Dağı” şeklinde yorumlamaktadırlar. 1 Buna göre tufan hadisesi bu yerlerden birisinden başlayıp Ağrı Dağı (Ararat Dağı/Dağları) veya Cudi Dağı’nda sona ermiştir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki Ararat Dağları şeklinde çoğul ifadesi kullanıldığı zaman bu terkibin zımnına hem Ağrı Dağı, hem de Cudi Dağı girmektedir. Zira ikisi de Ararat Dağları grubuna veya Urartu Dağlık alanlarına dâhil olmaktadır.

     TEVRAT’A TUFAN’IN BİTİŞİ

     “ Sonra Tanrı Nuh'u ve gemideki evcil ve yabanıl hayvanları anımsadı. Yeryüzünde bir rüzgâr estirdi, sular alçalmaya başladı. Enginlerin kaynakları, göklerin kapakları kapandı. Yağmur dindi. Sular yeryüzünden çekilmeye başladı. Yüz elli gün geçtikten sonra sular azaldı. Gemi yedinci ayın on yedinci günü Ararat dağlarına oturdu. Sular onuncu aya kadar sürekli azaldı. Onuncu ayın birinde dağların doruğu göründü. Kırk gün sonra Nuh yapmış olduğu geminin penceresini açtı. Kuzgunu dışarı gönderdi. Kuzgun sular kuruyuncaya kadar dönmedi, uçup durdu. Bunun üzerine Nuh suların yeryüzünden çekilip çekilmediğini anlamak için güvercini gönderdi. Güvercin konacak bir yer bulamadı, çünkü her yer suyla kaplıydı. Gemiye, Nuh'un yanına döndü. Nuh uzanıp güvercini tuttu ve gemiye, yanına aldı. Yedi gün daha bekledi, sonra güvercini yine dışarı saldı. Güvercin gagasında yeni kopmuş bir zeytin yaprağıyla akşamleyin geri döndü. O zaman Nuh suların yeryüzünden çekilmiş olduğunu anladı. Yedi gün daha bekledikten sonra güvercini yine gönderdi. Bu kez güvercin geri dönmedi. Nuh altı yüz bir yaşındayken, birinci ayın birinde yeryüzündeki sular kurudu. Nuh geminin üstündeki kapağı kaldırınca toprağın kurumuş olduğunu gördü. İkinci ayın yirmi yedinci günü toprak tümüyle kurumuştu. Tanrı Nuh'a, “Karın, oğulların ve gelinlerinle birlikte gemiden çık” dedi, “Kendinle birlikte bütün canlıları, kuşları, hayvanları, sürüngenleri de çıkar. Üresinler, verimli olsunlar, yeryüzünde çoğalsınlar.” Nuh karısı, oğulları ve gelinleriyle birlikte gemiden çıktı.» (Tevrat: Yaratılış, 8/1-22)

     ARARAT İSMİ

     Hem Yahudȋ, Hıristiyan ve diğer dinlere mensup kültürlerde, hem de İslâm dinine mensup olanların kültüründe geçen tefsirler, hem de kutsal kitapların bizzat kendi metinlerinde zikredilen isim veya vasıflar dikkatleri Mezopotamya bölgesine çekmektedir. Başka bir ifade ile söylersek Tevrat, İncil ve Kur’an’ın da burayı işaret etmiş olması nedeniyle Tufan ile Gemi etrafında oluşan kültürün bu bölgeyi gündeme getirdiğini bilmekteyiz. Bu çerçevede baktığımızda Tevratta geçen “Ararat Dağları” veya “Ararat Dağı” konusu gündeme gelmektedir. Mirjo Salvini bu konuda şöyle demektedir: “Efsanevi Ağrı Dağı (Ermenicedeki adıyla Masis) bu dağlık bölgenin ortak noktasındadır. İncildeki masoterik ünlüleştirmeden ötürü bu dağ Urartu adının “r-r-t” ünsüzleriyle yazılması sonucu “Ararat” adını almıştır.” (Salvini: 2006, 25) Bu dağ, etrafta bulunan ve yüksekliği 3000 m’yi geçen diğer dağlar (Küçük Ağrı Dağı, Tendürek Dağı, Aladağ, Süphan Dağı, Nemrut Dağı vs)’ın arasında 5165 m’lik irtifasıyla en yüksek dağdır. Durum böyle olunca, Nuh Tufanı sonrasında geminin indiği yer olarak buranın gündeme gelmiş olması da normal gözükmektedir. Bununla birlikte yükseklik açısından bu kadar olmasa da alanın içinde bulunması ve Kur’an’ın “Cudi” ismini zikretmesi itibarıyla “Cudi Dağı” da tabii bir şekilde gündeme gelmektedir.

     TEVRAT’TA ARARAT İSMİ

     Tevrat’ta Nuh Tufanı olayı anlatırlarken mekân olarak “Ararat” kelimesi birkaç defa tekrar edilmektedir. Bu da olayın geçtiği mekân konusunda bize ipuçları vermektedir. Bu konudaki bilgileri şu şekilde sunmak mümkündür:
     a. “Gemi yedinci ayın on yedinci günü Ararat dağlarına oturdu.” (Tevrat: Yaratılış, 8/4)
     b. “Bir gün ilahı Nisrok’un tapınağında tapınırken, oğullarından Adrammelek’le Şareser, onu kılıçla öldürüp Ararat ülkesine kaçtılar. Yerine oğlu Esarhaddon kral oldu.” (Tevrat: 2 Krallar, 19/37)
     c. “Bir gün ilahı Nisrok’un tapınağında tapınırken, oğullarından Adrammelek’le Şareser, onu kılıçla öldürüp Ararat ülkesine kaçtılar. Yerine oğlu Esarhaddon kral oldu.” (Tevrat: Yeşaya, 37/38) dd.
     D. Şiirsel bir ifadede de şöyle zikredilmektedir: “Ülkeye sancak dikin! Uluslararasında boru çalın! Ulusları Babil’le savaşmaya hazırlayın. Ararat, Minni, Aşkenaz krallıklarını Ona karşı toplayın. Ona karşı bir komutan atayın, Çekirge sürüsü kadar at gönderin üzerine.” (Tevrat: Yeremya, 51/27)
     Bu ifadelerde geminin yapıldığı ve kalktığı yerle ilgili “Ararat Dağları”, “Ararat Ülkesi” “Ararat Krallığı” isimleri geçmektedir. Dolayısıyla Nuh Olayını geçtiği bölgenin adı öğrenilmekte, ancak geminin indiği dağın hangi dağ olduğu konusunda henüz kesin bir malumatı elde etmeye yarayacak bir ifade görülmemektedir. Zira “Ararat Dağları” ifadesinin nereyi kastettiğine dair bir açıklama bulunmamaktadır. Bu konuda söylenilen şeylerin tümü de yorum ve tahminden öteye bir ilmȋ değere sahip değildir.
     Tevrat’ta “Gemi yedinci ayın on yedinci günü Ararat dağlarına oturdu.” (Tevrat: Yaratılış 8/4) Denilerek “Ararat Dağları” ismi zikredilmektedir. Bu ifade ise mutlak bir ifade olup, bir “dağ” yerine “dağlar” silsilesinden bahsedilmektedir. Bölgemizde öteden beri Ağrı Dağı’ndan başka “Ararat Dağı” veya “Ararat Dağları” şeklinde bu derece meşhur olan bir başka dağ veya dağ silsilesi bulunmamaktadır. Bu nedenle akla ilk gelen isim “Ağrı Dağı” olmaktadır. Bununla birlikte araştırmacıların Tevrat’ta geçen bu ismi “R-R-T” harfleriyle ilişkilendirerek “Urartu”ların hüküm sürdüğü bölgedeki diğer dağlara da nispet edebilmektedir. Bu yaklaşım farklı ihtimalleri gündeme getirdiğinden gemi ile ilgili mekân tespiti işini giderek zorlaştırmaktadır. Netice itibarıyla şunu söylemek mümkündür: Tevrat’ta geçen isimlerden hareketle geminin kesin yerini tespit etmek zordur. Zira söz konusu mekân isminin özel bir isim mi, bir dağ silsilesinin ismi mi, başka bir yerde bulunan bir dağın ismi mi olduğu hususunda bizzat Tevrat’tan hareketle söylenecek kesin bir söz imkânı bulunmamaktadır.

     AŞURE METAFORÜ

     Aşure… Muharrem ayının onuncu günü...
     Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki: “Ramazan orucundan sonra en faziletli oruç, Allah’ın değer verdiği ay olan Muharrem ayında tutulan aşure orucudur…” (Müslim, “Sıyâm”, 202)
     “Aşure günü orucunun, bir önceki yılın günahlarına keffaret olmasını Allah’tan umarım.” (Tirmizî, “Savm”, 48)
     İbn Abbâs'tan (ra) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) Medine'ye geldiği zaman, Yahudiler âşûrâ günü oruç tutuyorlardı. Resûlullah (sav) onlara, "Oruç tuttuğunuz bugün nedir?" diye sordu. Onlar da "Bugün Allah'ın, Musa'yı ve kavmini kurtarıp Firavun'u ve kavmini (suda) boğduğu büyük bir gündür. Musa şükretmek için bugün oruç tuttu. Biz de (bu nedenle) oruç tutuyoruz." dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sav): "Biz Musa'ya sizden daha lâyık ve yakınız." buyurdu. Ondan sonra âşûrâ günü Resûlullah (sav) hem kendisi oruç tuttu hem de oruç tutulmasını emretti. (M2658 Müslim, Sıyâm, 128; B2004 Buhârî, Savm, 69)
     Âşûrânın menşeiyle ilgili bu iki yorum dışında bazı tarih, hadis ve fıkıh kitaplarında yer alan haberler, bu günü Hz. Âdem’in tövbesinin kabul edildiği, Hz. Yûnus’un balığın karnından çıkarıldığı, Hz. Mûsâ ve Îsâ’nın doğduğu, Hz. Süleyman’a mülkün verildiği, Hz. Dâvûd’un tövbesinin kabul edildiği, Hz. Peygamber’in geçmiş ve gelecek bütün günahlarının affedileceğine dair kendisine Allah tarafından teminat verildiği ve Mekke’den Medineye hicret ettiği gün olarak tavsif ederler (Diyarbekrî, I, 360). Ne var ki bunları ilmen doğrulama imkânı olmadığı gibi bir kısmının yanlışlığı da ortadadır. Meselâ Hz. Peygamber’in Medine’ye hicreti 10 Muharrem’de değil 12 Rebîülevvel’de gerçekleşmiştir. Bunun dışındaki rivayetlerin ise İsrâiliyat*a dayandığı kabul edilmektedir.
     Aşure gününün ortaya çıkışı ile ilgili olarak ise kaynaklarda iki görüş öne çıkmaktadır. İlk görüşe göre Firavun’un zulmünden kurtulan Hz. Musa ve kavmi, bunun karşılığında kefaret orucu ödemekle mükellef sayılmıştır. Dolayısıyla Yahudiler, yedinci ayları olan Tişrin'in onuncu gününe rastlayan aşureyi bayram kabul ederek birtakım merasimler yapmış ve bir yıllık günahlarından temizlenmek maksadıyla 25 saate varan bir oruç tutmuşlardır. Ayrıca bugün Yahudiler için yeni yıldan sonraki onuncu gün olarak adlandırılmıştır (Bozkuş 2008: 38-39; Bashear 2004: 281- 283).
     İkinci görüşe göre ise aşure, Nuh Tufanı’ndan artakalan ürünlerin pişirilmesi sonucu yapılan tatlı ve tufandan kurtuluş vesilesiyle Allah’a şükretmek maksadıyla anılan kutsal gün anlamına gelir. Hz. İbrahim’den sonra düzenli olarak oruç tutulan bir gün haline gelen aşure, özellikle Sâmî dinlerde karşılık bulmuş; İslam öncesi Arap kabileleri arasında da ramazan orucu farz kılınıncaya kadar devam etmiştir (Yavuz 1991: 24; Bashear 2004: 283).
     Aşurenin içinde yer aldığı Muharrem ayı da, aynı zamanda Hz. Peygamber (sav)’in torunu Hz. Hüseyin’in ve çoğu Ehl-i Beyt mensubu 70’den fazla insanın siyasi ihtiraslar uğruna Kerbela’da şehid edilmesi nedeniyle Müslümanların ortak hafızasında büyük bir acının tarihidir. Kerbela’da acımasızca şehit edilen Hz. Hüseyin ve arkadaşları, bu hadisedeki asil duruşu ve haksızlıkla karşısındaki onurlu mücadelesi ile bütün müminlerin gönüllerinde taht kurmuş, ona ve yakınlarına bu zulmü reva görenler ise insanlığın ortak vicdanında mahkûm edilmiştir.
     Aşure paylaşmanın, dayanışmanın, birlikteliğin ve sevginin ifadesi, bolluk ve bereketin simgesidir. Aşurenin bu mecazî anlamı toplumumuz için bugün her zamankinden daha fazla önem taşımaktadır. Milletimiz, asırlardır sürdürdüğü gelenekle bugün de; “farklılıkların ahenk içindeki ortak tada katkı sağlamaları”, “birlik” gibi kültürümüzün özünde hep var olan güzellikleri devam etmektedir.

     SONUÇ

     Kutsal Kitaplar, coğrafya, tarih, arkeoloji ve bilim kitapları olarak değil, insanları dalaletten hidayete, küfür ve inkârdan tasdik ve teslime davet etmek üzere nazil olduklarından, bir coğrafyacı, tarihçi, arkeolog, fizikçi ve astrolog gözüyle bakmak bir takım handikaplara yol açacaktır. Bu nedenle Kutsal Kitaplar üzerinde araştırma yaparken onların nüzul amaçlarını her daim göz önünde bulundurmak gerekmektedir. İşte böyle bir bakış açısıyla bakıldığında Hz. Nuh’un Tufanı ve Gemisi ile ilgili verdikleri bilgiler hakkında şu noktaları tespit etmek mümkündür: 
     a. Tufan Olayı Hz. Nuh devrinde vaki olmuştur. 
     b. Bu olay Mezopotamya ve Ortadoğu civarında vaki olmuştur. 
     c. O dönemde Hz. Nuh’a iman getirenler gemiye binip kurtulmuşlar, inanmayanlar binmeyerek boğulmuşlardır. 
     d. İnanan insanların yanında bazı hayvanlar da gemiye alınarak nesillerinin devamı koruma altına alınmıştır. 
     e. Gemi bir süre suyun yüzeyinde gezmiştir. 
     f. Gemi, Tufan bittikten sonra Ararat Dağları veya Cudî Dağı üzerine inmiştir. Ama bu Ararat Dağları veya Cudî’nin neresi olduğu hususunda net ve kesin ifadeler kullanmak zordur. Zira bu sözcükleri “özel isim” olarak kullandığımızda belirli bir dağ anlaşılırsa da kelimelerin lügat anlamına baktığımızda birçok dağ ihtimalleri karşımıza çıkmaktadır. 
     g. İnsan nesli Hz. Nuh’tan sonra yeryüzüne dağılmış ve yayılmıştır. Tevrat’ta zikredilen soyağacı, bu ifadeyi mutlak anlamıyla desteklemektedir. 
     i. Kutsal Kitaplarda Hz. Nuh olayı ilahi mesajlar vermek amacıyla ikaz ve ihtar şeklinde zikredilmiştir. Ancak bu amacın yanında detaya dair birçok bilgiler de sunulmuştur. 
     j. Zaman, mekân farklı olsa da mesajlar evrenseldir. Bu itibarla olayın yöresel veya evrensel çapta cereyan ettiğine dair tartışmaların ana mesajlara yönelik hiçbir katkısı veya etkisi bulunmamaktadır. Burada şuna dikkat çekmek gerekmektedir: Literal okuma tarzıyla bakıldığında olayın dünya çapında olduğu anlaşıldığı gibi, (Bucaile: 2001, s. 68) “dünya” kelimesinin mecaz, kinaye, istiare olarak kullandığını ifade ettiğimizde, bu durumda “belli bir bölge” anlamı da çıkarılabilir. 
     k. Dünyanın dört bir yanındaki büyük din, kültür, medeniyetlerinde Hz. Nuh Tufan’ı veya Tufan anlatımı mevcuttur. Bu da Nuh Tufanı sonrasında hakkında Kutsal Kitaplarda geçen onun evlatlarının dünyanın her tarafına gönderildiği şeklindeki bilgileri desteklemektedir. Bu itibarla bakıldığında olayın evrensel nitelikli bir tufan olması ile yöresel nitelikli bir tufan olmasının sadece Kutsal Kitaplardan hareketle tespitinin mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. 
     Sonuç itibarıyla Kutsal Kitapların verdiği bilgilerden hareket edilerek, şu üç yargıya varmak mümkündür: 
     a. Gemi, Mezopotamya bölgesinde harekete geçmiş ve kalkmıştır. 
     b. Gemi, Tufan esnasında dünyanın bir takım yerlerini gezmiştir. 
     c. Gemi Ararat Dağlarına veya Cudî Dağı’na inmiştir. Durum böyle olunca, Hz. Nuh Gemisinin nerede, nasıl yapıldığı, nereden kalkıp nereye indiği hakkındaki bilgiler müstakbel zamanlarda da netleşmeyecek tarzda olduğundan sürekli olarak “incelenmeye ve konuşulmaya değer tarihi vakıa” yönünü muhafaza edecektir. Aynı şekilde Hz. Nuh Tufan’ı da bütün kültürlerde mevcut kalıntıları sayesinde insanlığın ortak bir mirası olmaya devam edecek ve dünyanın birçok yerinde sahiplenerek ortak kültür oluşturma çalışmalarına, birlik ve beraberlik çabalarına, bilimsel ve tarihsel araştırmaların artmasına, ulusal ve uluslararası akademik etkinlikler ve sempozyumların düzenlenmesine sürekli hizmet edecektir. Bu vesileyle Doğubeyazıtımızda bu önemi etkinliği düzenleyen Ticaret Odası Başkanımız Hacı Cemal Can’a, Ağrı Kültür Müdürümüz Erkan Kösedağ Bey’e, katkıda bulunan ve iştirak eden herkese selam ve saygılarımı sunar, teşekkürlerimi iletirim. İnşallah bu etkinlik her sene devam eder, Hz. Nuh’un hatırası anılır ve Doğubeyazıtımıza ait bir marka olarak “Aşure-i Nuh” ismi ulusal ve uluslararası alanda kabul edilen ve tanınan bir marka olur. Bütün bu faaliytlerimizi sürdürürken Hz. Nuh’un gönderiliş sebebi olan tevhid ve adalet davasının şu mesajını unutmayalım diyerek sözlerimi Yüca Allah’ın kelamıyla bitiriyorum:

     “Andolsun Biz Nuh'u kendi kavmine (toplumuna) gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka İlahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım." (A’râf Sûresi, 59)

 




 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum